27 Mart 2012 Salı

bugün en sevdiğim yüzüklerimden birini kaybettim. benim yüzüklerim çok kıymetlidir. bilezikti, kolyeydi işim olmaz. küpelerim eh işte ama yüzüklerim çok güzellerdir de. ama bir tanesi var ki en kıymetlilerinden di. şu sıralarki ulvi görevim toplantı notu tutmak. junior sap danışmanıysan bol bol toplantı notu tutarsın. tıkır tıkır yazarken bir baktım ki elim boş. kaynar sular. koşarak uzaklaştım toplantıdan, tuvalete bakmaya. ellerimi yıkarken yüzüğümü çıkarmak gibi bir alışkanlığım vardır. bir umut. baktım yok. belki dedim öyle çıkarıp koymuşumdur yakınıma bi yere. döndüm toplanmışların yanına. masaya bakındım. yok yok. ceplerimde yok, çantamda yok. döne döne aradım. yok.

eşyalarımın kıymeti yoktur. kendiliğimden bağlanmam. bağlandıysam sebebi vardır. belki sevgili bir kulumdur, önce kaybettirmiştir ki buldurup sevindirsin.

elinde ne var senin?
yüzük

koysana şunu oraya, takıldı durdu.

25 Mart 2012 Pazar

dün akşam emektar desktop bilgisayarımı açtım. ilmek ilmek işlediğim müzik arşivimin çok büyük bir kısmı onda. bir bakayım dedim ne var ne yok. zamanında sibel can dan aykırı çiçek diye bir şarkı edinmişim. hangi ruh hali bana bunu yaptırdı bilmiyorum ama insan çok umutsuz olunca aykırı çiçek diye bir şarkı dinleyebiliyor demek ki. şarkıya değil aslında lafım, neticede at gözlüklerimizi bir kenara bırakmalıyız söz konusu müzik olunca ama o kadını bir türlü sevemedim. samimi değil bir kere. samimiyet çok önemlidir.

yine dün akşama yakın saatlerde ama tam akşam olmamış bir vakitte ve henüz aykırı çiçek ile yüzleşmemiş halimle dışarı çıktım. bir baktım ki bahar gelmiş. ince hırkayla yürüyüşe çıkma zamanı gelmiş. böyle çiçekli ağaçlar, havada bilindik bahar kokusu. bir de birşey farkettim ki içim bir büzüldü sanki. ben hiç anlamamışım baharın geldiğini. önceden bilirdik, beklerdik. umarım bu durum aşırı kıştan aşırı bahara aniden geçtiğimiz içindir. eğer ben büyüdüğüm içinse kötü çünkü.

çocukken çok büyük adam olacağımızı söylerler ama yalan o.

az önce kardeşten yakımına "var ya şarkıcı çelik ölse hiç üzülmem, umrumda olmaz" dedim. epey güldük. sonra hercai söyledik. tonlama ve müzik kulağı mühim hercai söyleniyorsa.

çok sigara içiyorum. ne güzel azalmıştı. oysa ki şu sıra asfalt yol geçiyor ciğerlerimden. duble.

bu pazar da bitti. F16 mı acaba gerçekten haftalar?

bir de submarine çok güzel film.

24 Mart 2012 Cumartesi

istersem yırtar atarım bu blogu.




o kadar "artık burası bitti, bırakalım karanlığa gömülsün" dedim. yok geminin arkasından ablalara el sallattım filan ama dayanamadım yine yazasım geldi. keyfin benim keyfim olduğu gibi blog da benim arkadaş. emek etmişim o kadar yazık günah.

dün yine bi garip oldu kafam, minik karıncalarım pıtır pıtır koşturdular tüm gün beynimde. dedim leon izleyeyim. defalarca kezden sonra bir kere daha koydum filmi. kahve var, sigara var, leon var. battaniyem bile var. mis gibi. sonra başladı film ve birkaç saniye sonra durdurdum. sonra azıcık geri sardım bi daha izledim aynı yeri. sonra bir kere daha. tony ve leon u görmeden biraz önce mekanı dışardan görüyorum film başlarken. benim için bu zamana kadar tony's place olan yer aslında guido's restaurant değil miymiş sana. sanırım tam da bu duruma algıda seçicilik diyorlar. çok izledim ben bu filmi çünkü. hiç de görmedim.

biliyorum ki guido da ahmet mehmet gibi bir isim. guido's restaurant ın memleketimdeki muadilleri de "özkan kebap pide lahmacun" ama insan yine de gülümsüyor böyle tesadüfler yaşadığında. sonra film başladı ben jean reno nun o hallerine bir kere daha aşık oldum, mathilda ya bir kere daha hayran kaldım. sonra leon bir kere daha öldü ben bir kere daha ağladım falan. buralar hep bildiğimiz şeyler.

çok zamanlar önce bir adam vardı. adamlarımdan birisi. bir hafta önce karşıma çıkarttı yine kendini. ben bu sefer aşık olmadım, zorladım kendimi ama olamadım. aşık olmaya meyilli bir gönlüm olduğu etrafımdakiler tarafından bilinir. gel gelelim sevdim ben bu adamı. büyümüşsün dediğimde "büyümüş müyüm, yoksa yaşlanmış mı?" dedi. büyümüşsün dedim. yine sorsun yine aynı cevabı veririm. ben bu adamın o hallerini çok sevdim. bu sefer karartmadı yüzünü konuşurken, birkaç defa kaşlarını çattı gerçi ama dediğine göre o normal haliymiş. öyle içtik, sohbet ettik bir de güldük ki en güzeli. gülebilmek güzel şey.

sonradan ben bi sapıttım gerçi, darladım birazcık. o da ağzımın payını verip oturttu beni. iyi de oldu. şimdi ben istiyorum ki bu adam hep benim hayatımda olsun. benim olmasın ama benimle olsun, arkadaş gibi, dost gibi. olur mu acaba çok istersem? ( blog sana yazıyorum guido sen oku, oku da bil ki ben seni gerçekten seviyorum. kaşlarını çatsan da severim. hem de darlamadan, bunaltmadan. orada olduğunu bilmenin verdiği huzuru yetirerek.)

yazdım da rahatladım. bu şarkıda kadersiz kaderime gelsin o zaman.

bir de ne kadar boktan bir blog adresim var benim yaa. just an overture. hadi ordan.